Bu Blogda Ara

5 Ağustos 2011 Cuma

TEOMAN RESMİ ACIKLAMASI VE BİOGRAFİSİ

sevgili arkadaşlar; müziği bırakıyorum. ya çok çok uzun bir süre. ya da büyük ihtimalle, hiç dönmemek üzere. 3 eylül berlin son konserimdir.

anlatayım nedenini;
önce küçük bir açıklama; sanatçı denilen yaratık, dünyayla çözemediği bir sorununu başkalarına saçma gelecek bir işi çok önemseyerek halletme yoluna giden kişidir. benim durumumda gitar çalmak, şarkı söylemek vs. oluyor bu saçma iş. ama ben şarkı yazma işini hep çok önemsedim, onu hep kolladım. hayallerimdeki kahramanlarımla yarıştım, bu dünyaya inmedim bile. çok sevdiğim şarkılarımı yazdım.
hep olduğum kişi kalayım diye de çok uğraştım, çok çalıştım. bir kaç prensibim oldu, onları da kollamaya çalıştım. her zaman istediğim kadar iyi bir insan olamadım. ama çalıştım.
küçücükken bu ülkede rock müziğe dair bir hayal kurdum, nerede ne varsa takip ettim, ardına düştüm, her şeyini gözledim, inandım. hayal olduğunu bile bile.

neyse, işte bu hayal artık beni tatmin etmiyor. kendimi, arkadaşlarımı hayalkırıklığı içinde görüyorum. bir özgürlük ve gerçeklik duygusu peşine düşmüştüm, pozisyonum meğer onu temsil etmiyormuş. sadece sahnede yaşayabildiğim bir hayal bu çünkü. bir çok arkadaşımdaki hayal kırıklığı bende de var.
bu hayal beni tatmin etmeyince, önemli olmadığını bildiğim diğer bazı hayallerimi sembolik olarak şu önümüzdeki 1,5 senede gerçekleştirip müziği bırakayım bari dedim, daha da çok çalışmaya karar verdim. gizli tuttum kararımı, kimseye de söylemedim. hatta yalan bile söyledim çalışanlarıma.
ama bir süredir kendime bakıyorum ve çok yorgunum. o yüzden pes diyorum. böylece düzelmesi aslında çok uzun yıllar sürecek problemleri 1,5 senelik bir intihar saldırısına dönüştürmeyeceğim. gerçekte bir önemleri yoktu, hayatın gerçekleriyle uğraşmamak için hayal edilmiş şeylerdi. inanması her zaman kolay olmuyor.
böylece, boşu boşuna kendimi de, çalışan dostlarımı da yormamaya karar verdim. kendimi yorarken, onları da çok yordum, üzdüm. çok teşekkür ederim hepsine .
sizlere de.
bu bir hüzün yazısı değil, bir rahatlama yazısıdır. 
                                                     
                            TEOMAN BİOGRAFİ

Teoman, 20 kasım 1967’de Giresun’da doğdu. Avukat olan babası, sanatçı 2.5 yaşındayken öldü. Liseyi Kültür Koleji’nde okuduktan sonra lisans öğrenimi için boğaziçi üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde kaydoldu ve bu bölümü bitirdi. Masterını ise istanbul üniversitesi’nde Kadın Araştırmaları üzerine yaptı. Tez konusu ise “Çizgi Romanlarda Kadının Rolü” oldu.
Sanatçı, müzik kariyerine 1986 yılında kurduğu Mirage adlı grupta vokal yaparak başladı. Grup dağıldıktan sonra ise Mavi Sakal, Indians, Black Rose gibi gruplarla çalıştı, daha sonra da solo çalışmalarına başladı. 1996’da Roxy Müzik Yarışması’nda “Ne Ekmek Ne de Su” şarkısı en iyi beste ödülünü, “Yollar” şarkısı ise en iyi söz ödülünü aldı. Teoman’ın ilk albümü de aynı yıl çıktı.
1996 tarihli bu ilk albümün adı “Teoman” idi. Daha sonra “o”, “17”, “Gönülçelen”, “Teoman 2003”, “En Güzel Hikayem” ve “Renkli Rüyalar Oteli” ve remiks albümleri geldi. “O” şarkısının video klibi, 1998’de cumhuriyet gazetesinde tarafından yılın en iyi klibi seçildi. 2000’de ise Altın Kelebek En İyi Pop Sanatçısı ödülünün sahibi oldu.
Teoman, aynı zamanda "Mumya Firarda" (2002), "Banka" (2002), "Romantik" (2002), "Balans ve Manevra" (2004) filmlerinde rol aldı. Bunun yanı sıra "Balans ve Manevra"nın senaryosunu yazdı, film müziklerini yaptı ve yapımcılığını üstlendi. "Romantik" filminin müzikleri de kendisine ait.
Teoman, şu anda Cihangir’de oturuyor. Beyoğlu’nda gezmeyi çok seviyor çünkü şarkılarının ilham kaynağı orası, Beyoğlu’nun renkli hayatlarından besleniyor. David Bowie, Mazhar Alanson, Leonard Cohen, Radiohead, U2 dinliyor. Sertab Erener, Şebnem Ferah ve Demir Demirkan’la yakın arkadaş. Ahmet Altan ve Haşmet Babaoğlu okumayı seviyor. Türkiye'nin en iyi söz yazarlarından biri olarak kabul ediliyor, ayrıca albümlerindeki şarkıların birçoğunun söz ve müziğini kendisine ait.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Paranoyak Takılmalar

Durup durup aklıma takılan bazı şeyler olur.
Daha önceleri geceleri başımı yastığa koymamla basmaya başlayan bu bitmez sorularımın esiri olmamak için yatma saatlerimi epey geciktirdiğim bile oldu. Öyle böyle değil! Bildiğiniz paranoyaklık hali.

Kaşığa neden kaşık adı verildiğini düşünürken, kaşığın ilk keşfine kadar gerileyen sorular... Kendi kendime yüzlerce kez 'saçmalama diyen demiş boşver dal hayallere...' desemde, hayal nedir sorularıyla karşılaşmaya başlayınca iflah olmaz bir umutsuz vaka olduğuma inanmaya başladım. Önceleri sadece geceleri başıma gelen bu saçmasapan sorgulamalar giderek gündüz saatlerine yayılmaya başlayınca paylaşmaya karar verdim. Belki aranızda benden birileri vardır, birlikte toplu terapi yapar ya soruların yanıtlarını bulmakla ömrümüzü yeriz, ya da birbirimize güler iyileşiriz;)
Google gibi bir arama motorunun dünyanın tüm bilinmeyenlerini bilmemize olanak tanıdığını unutmuyorum ama mantıklı sorular için!

Evlilik için neden 'dünyaevi' denir? Buyrun sorun Google'a? Bir dünya dünyaevi açıklaması var ama neden denir... bunun açıklaması yok!

Çoğunluğun beğenmediği film, kitap, müzik neden hep liste başlarında yer alır? "Ayy bu adamdan nefret ediyorum!" dediği halde neden insan ısrarla adamın görüntülerini izlemeyi sürdürür?

Esprili insanların çoğu neden küfürbazdır ya da argo sözcükler kullanır? Küfür komik bir şeyse, neden insanlar kendilerine küfredildiğinde kızarlar?

Çok gülünce ağlanacağının bilimsel bir ispatı var mıdır?
Biz Türkler hemen her konuda espri üreten bir milletiz. Cenaze evinde kıkırdaşıp gülmemize bile "sinirler bozuk" diye kılıf uydurmaya çalışırız ama ben buna inanmıyorum. Ölen dünyanın en aksi adamı bile olsa yaratmış olduğu komik durumlar vardır, bunları anıp gülmek ölene saygısızlık filan değildir! Sonuçta biz her durumda gülünecek bir şeyler bulabiliyorsak, eh ağlanacak bir şeylerde olduğuna göre... "neden çok ağladık inşallah çok gülmeyiz demiyoruz?" Takıntılı mıyız?

Denize dizlerine kadar girip, orada dakikalarca beklerken neden ikide bir plajda güneşlenen yakınlarına "gelin su harika" diye gaz verir insanlar? Sen su kontrolünden sorumlu tatilci misin?

Havanın soğuk,sıcak ya da güzel olduğunu herkes anlayabilecek kapasitedeyken, sıcak soğuk yakınmalarının anlamı nedir?

İlk kim konuşmayı denemiştir? Ne demiştir? Sözcüklere anlamlar nasıl yüklenmiştir? Neden hayır olumsuzdur, evet olumludur? Kimin kafasının altından çıkmıştır? Babanın erkek kardeşi neden amca, kız kardeşi neden haladır? Ne anlamı vardır?

Twitter üyesiyim bildiğiniz üzere...
Kafamda twitterın dişi kullanıcıları için bir dolu soru! Kendilerine sorsam... "sapık mısın?" diye sorabilirler, açıkcası çekiniyorum;) Neden erotik rumuzlar, erotik fonlar, erotik profiller? Sakıncası yok tabi ki. Ama neden bunların sahibi dişiler?
Buna bağlı hemen bir diğer aklıma takılan, madem bu kadar iddialısınız ee neden kimliğinizi saklıyorsunuz? Ayıp mı? Ayıpsa derdiniz ne? Bu ne turşuysa bu ne perhiz durumu bile yok!

Kısaca...
Yukarıda dile getirdiklerim aslında basit görünebilir. Ama verdiği rahatsızlığı anlatamam.;(
Havuzun bir türlü doldurulamamasını, karşılıklı kalkan iki otobüsün bilmemkaç km hızla gittiklerinde hangi noktada karşılaşacaklarnın anlamsızlığını bile teslim ettiler, ders programlarından çıkardılar ama benim "neden kaşığa kaşık denmiş ki?" soruma hala bir yanıt yok.

Varsa sizin de takıldığınız sorular paylaşalım mı? ;)

6 Mart 2011 Pazar

8 Mart Dünya Kadınları Gününüz kutlu olsun diyeceğim kadınlarımıza ama böyle bir güne sahip olunması bile üzücü değil mi?..

Kadın - erkek eşit mi sanıyorsunuz hala? 
Ben erkeğim! Bazı su götürmez gerçeklerim var. Belki hiç değişmeyecek, belki bir gün değişecek.

Ben erkeğim! Evde kral benim. Ben ne istersem o alınır, ben ne istersem o izlenir. Benim istemediğim hiçbir şey evde olmaz, olamaz.

Ben erkeğim! İşte patron benim, bütün patronlar benim. Güç sahibiyim. Duygusallığa gelemem, duygusal olunmasına izin vermem. Bu yüzden kadın çalışanlara tahammül edemem. Eğer iş yerimde bir kadın tacize uğruyorsa, kadını suçlu bulurum. Kim bilir ne giydi, ne dedi de personelimi tahrik etti!

Ben erkeğim! Yasaları çıkaran benim, iktidarda ben varım. Mecliste çoğunluk her zaman bende. Kadınların ülkeyi yönettiğini düşünebiliyor musunuz? Tam bir kaos. Kadınları koruyan yasalardan da uzak dururum. Kadın evinde oturmalı, çocuklarına bakmalı. Kadınların koruyucusu yasalar değil, evindeki kocasıdır.

Ben erkeğim! Polis de benim, güvenlik görevlisi de. Karımı dövende benim, başkasının karısı polis merkezine dayak yediği için geldiğinde onu tekrar evine gönderen de benim. Bazen geri gönderdiklerimizi kocaları öldürüyor ama olsun. Arada olur böyle şeyler.

Ben erkeğim! Medyada patron da benim, köşe yazarı da benim. Kadınlarla ilgili haberleri yayınlamayı sevmem. Kadın dövmek ne zamandan beri haber değeri taşıyor ki? Köşe yazarlarımın kadınlarla ilgili olarak sadece seks kokan yazılar yazmasını isterim. Okuyucu sayımız artıyor o zaman.


Ben erkeğim! Canım sıkılırsa aldatırım. Arkadaşlarım bunu garipsemez, destek olur. Ama karım aldatırsa öldürürüm onu. Hem adı çıkar, o..... der herkes. Öldüremesem de bu leke ile yaşasın o.....

Ben erkeğim! Düşünen kadınları sevmem. Çok konuşan kadınları sevmem. Kadınlardan emir almayı sevmem. Kadınların verdikleri kararlara katlanamam. Patronum bir kadın olacaksa, işsiz kalmayı tercih ederim.

Ben erkeğim! Din de ben yandan yana. İstersem üç kadınla evlenirim, istediğim zaman boşarım. Kapan dedim mi kapanmak zorundadır benim karım. Dışarı çıkmasına izin vermem. Ah Suudi Arabistan’da yaşaydık ne güzel trafikte de hiç kadın görmezdim.

Ben de bir erkeğim! Tek farkım yukarıdaki gibi düşünemiyorum. Yukarıdaki düşüncelere katlanamıyorum. Ya ben erkek değilim, ya da yukarıdaki düşünceye sahip milyonlarca erkek insan değil. Türkiye'deki hatta dünyadaki bu zihniyeti anlayamıyorum. Irkçılık bitti diyorlar ama ırkçılık da neymiş; böylesine büyük bir cinsiyetçilik varken!

Şimdiden 8 Mart Dünya Kadınları Gününüz kutlu olsun diyeceğim kadınlarımıza ama böyle bir güne sahip olunması bile üzücü değil mi?..

1 Şubat 2011 Salı

Barış Manço Her büyük sanatçı, sanata kendi damgasını vurur. örnek BARIŞ MANCO

Türkiye tarihinin en fazla ilgi çekmiş, en aykırı müzik insanlarından birisi olan Barış Manço, besteci, şarkı sözü yazarı, yazar, gezgin, müzisyen, ses sanatçısı ve televizyon programı yapımcısıydı. Uzun saçları, asla çıkartmadığı şövalye yüzükleri, yurt içinde ve yurt dışında kazandığı müzikal başarıları ile ülkemizin unutulmayan simaları arasına girmiş olan Manço, yaşadığı zaman diliminde dünyada en fazla ülkeyi dolaşmış T.C. vatandaşı olarak, gezdiği 150'den fazla ülke ile kırılması zor bir rekora imza atmıştır. 

Barış Manço 2 ocak 1943 tarihinde saatler 02.00 civarını göstermekte iken Bağlarbaşı-Üsküdar semtindeki Zeynep-Kamil hastenesinde dünyaya gözlerini açar. İsmail Hakkı Bey ile Rikkat Uyanık Hanım'ın ikinci oğululları olarak, ekmeğin karneyle dağıtıldığı ve ikinci dünya savaşının en kızgın oldugu zamanda dünyaya gelen Manço, 2 yıl önce dünyaya gelen abisinin "Savaş" ismini almasından sonra, ailesinin "artık dünyaya Barış gelsin" diye düşünmesinden dolayı barış adını almıştı.
Türkiye'de Barış adını ilk alan kişinin kendisi olduğunu yıllar sonra TRT için hazırladığı '7 den 77 ye' adlı programı aracılığıyla, öğrenecekti.
Bit salgınının ortalığı kırıp geçirdiği bir dönemde ilkokula başlayan Manço, gezginliğe bu dönemlerde başlar. Gezginliğinin ilk durakları okullardır. Zira bu dönemlerde birsürü okul değiştirmek zorunda kalıyordu.
İlkokula Kadıköy Yeldeğirmeni Mustafa Kemal Paşa İlkokulunda başlayan Barış, 4. Sınıfı Ankara Maarif Koleji İlkokulu nda, 5.Sınıfıda yine Kadıköy Yeldeğirmeni Mustafa Kemal Paşa İlkokulunda okuyordu. İlkokul'u bitirdikten sonra Galatasaray Lisesi yılları başlıyordu.
Galatasaray Lisesi'nde okuyan abisi Savaş Manço'nun okuldaki lakabı 'Ayı' idi. Barış'ında Galatasaray Lisesi'ne gelmesinden sonra lakapları 'Büyük Ayı ve 'Küçük Ayı' olarak değişiyordu. 1957 yılı Şeker Bayramında çok sevdiği Babaannesi Nimet Hanım'ı yitirir. Manço, yıllar sonra bir şarkı yazacaktır onun adına (Gülpembe) çok beğeni kazanacak olan bu şarkı aynı zamanda dinleyenleri üzerinde büyük merak uyandıracaktır kim bu Gül Pembe?
Müzikle daha küçük yaşlarında tanışmıştı. Annesinin bir ses sanatçısı olması, O'nun müziğe pek yabancılık çekmemesini sağladı. İlk olarak 14 yaşında sınıf arkadaşlarıyla birlikte Galatasaray Lisesinde Kafadarlar adlı grubu kurdu. Bugünün ünlü ekonomistlerinden "Asaf Savaş Akad" bu grubun saksofoncusuydu. İkinci grubu olan Haramiler'de yine Galatasaray Lisesindeki arkadaşlarıyla birlikte çalıştı. Haramiler'le birlikte dönemin popüler müziklerini yorumladı.
1958 yılında ilk defa sahneye çıkıyordu. 1958 in Mart ayında yeğeni Aysel'in evlendiği akşam, Moda Düğün Salonunda Elvis Presley' den iki şarkı söyleyen (bunlardan biri 'Jailhouse Rock'dı) Manço, o gün abisi Savaş Manço'ya belkide hayatındaki yapacağı en önemli şeyi söylüyordu: "Ben çocuklara şarkı söyleyeceğim".
1959 yılının Nisan başında Galatasaray Lisesi konferans salonunda ilk resmi konserini veren manço, 4 Mayıs 1959 da babası İsmail Hakkı Bey'in ani ölümüyle ruhen yıkılıyordu.
1960'lı yıllarda Türkiye'de Hafif Batı Müziğinde Erol Büyükburç, Metin Ersoy fırtınası esiyordu. Barış'da aklına koymuştu bu müzik dünyasının içinde yer alacaktı. Henüz 14 yaşında iken Galatasaray Lise'sindeki arkadaşlarıyla kurduğu grubu Kafadarlar'la "Barış Manço ve Kafadarları" ismiyle sahne alıyordu. Bu dönemlerde daha çok o sıralarda tutulan parçaları seslendiren Barış ve Arkadaşları, Okul bitince dağılıyorlardı.
1962 yılına gelindiğinde Galatasaray Lisesinde 11. sınıfı geçemeyen Barış, bir an evvel Paris'e gidip, Güzel Sanatlar Akademisinde okuma istediğinden Özel Şişli Kolejine gider ve 1963 yılında bu okuldan lise diplomasını alır. Yine 1962 yılında Barış Manço ilk 45'liği Twistin Usa / The Jet'i Harmoniler 'le kaydediyor ve Grafson plak'tan satışa sunuyordu. "Neden Türkçe değil" mantığıylada o yıllarda Çıt Çıt Çedene, Urfa nın Etrafı Dumanlı Dağlar ve Kızılcıklar Oldu mu? (Barış'ın annesi Rikkat Uyanık Hanım'ın derlediği bir türkü) isimli türkülerini kaydediyordu.
1963 yılında Salyangoz yüklü bir kamyonun tercüman-şöför yardımcısı olarak İstanbul'dan Lion'a oradan da otostopla Paris'e giden Manço, burada Güzel Sanatlar Akademisinde okumak istiyordu. Daha sonraları maddi sıkıntılar ve Belçika da yaşamakta olan abisi Savaş'ın yanında kalmak için Liege şehrine gider.
Burada bazen Türk işçilerine tercümanlık yaparak, bazen garsonluk yaparak veya Türkiye den getirttikleri filmleri orada yaşamakta olan Türk işçilerine göstererek geçimlerini sağlarlar. Tüm aksiliklere rağmen müzikten uzaklaşmaz. Arada bir Paris'e giderek plak şirketleriyle görüşen Barış, ünlü fransız komedyen Henri Salvador'un şirketinden 1964 yılının sonbaharında 4 parçadan (Baby Sitter, Jenny Jenny, Quelle Peste ve Un Amour Que Toi) oluşan bir EP çıkarır.
1964 yılında Fransa'da 4 parçadan oluşan EP'yi çıkardığında, o zamanlar radyoda program yapan Engin Arman Paris'den gelen Plağın üstünde koskoca "Barısh Mancho" yazısına rağmen, plağı, "Fransa'da müzik yapan genç şarkıcı Bari Manso" olarak sunar.
Programı dinlemekde olan Barış Manço nun annesi 'Rikkat Hanım' ayağında terliklerle evinden fırlar ve İstanbul radyosuna giderek, 'yaa, benim oğlumdan bahsediyorsunuz, onun adı Barış Manço'dur' der.
Fransa'daki bu maceradan sonra, Belçika da bulunduğu yıllarda Les Mistigris (Mistigris Siyam'da bir vahşi kedi türü anlamına geliyor) isimli, Belçika'lı ve Martinik'li müzisyenlerden oluşan gruba katılır. Bu grupla 1967 nin başına kadar beraber çalışır. ve Aman Avcı Vurma Beni ve Bizim Gibi (Kol Düğmeleri isimli parçanın bir önceki hali) adlı parçaları kaydeder. Bu grupla Almanya, Belçika, Fransa gibi ülkelerin dışında Türkiye'de de konserler verdi. Fakat grup üyelerinin ülkeye girip çıkmasında ve kalmasındaki problemlerden dolayı "yerli" bir grupla çalışmayı tercih eder.
1965 yılının Ocak ayında, Adamo ve France Gall'inde katıldıkları bir programda, Paris'in meşhur "Olympia" müzikholünde arkasında Franck Pourcel orkestrası ve Swingle Singers ile beraber plağından iki şarkı seslendirir: "Babysitter ve Jenny Jenny".
Fakat bu konser sonrasında, kendi olağanüstü yeteneği ve annesi Rikkat Uyanık Hanımın dışında müzisyenlik hayatını etkileyen biri çıkar karşısına: O gün Barış'ı izleyen Europe-1 radyosunun sahibi 'Daniel Filipacchi', Barış'ın aksanını beğenmediğini ifade ederek plağın radyosunda yayınlanmasını yasaklar. Barış bu işe çok kızar ve "bundan böyle sadece Türk şarkıcısı olacağım" kararını alır.
1967 yılında Hollanda da büyük bir trafik kazası geçirir. Bu kazanın kendisine hatırası ise, bıyığının altındaki kesik izidir. Bu kesiği kapatmak için bıyık bırakmaya başlar. sadece bıyığını uzatacak değildir ya saçlarınıda uzatır Manço.
1967 yılından itibaren 1969 yılına kadar sürecek Kaygısızlar dönemi başlar. Bu grubun üyeleri arasında, günümüzde MFÖ olarak tanınan gruptan "Mazhar Alanson ve Fuat Güner" de vardır. Bu grupla kendi müzikal çizgisini bulma yolunda ilerleyen Barış, "Kol Dügmeleri, Unutamıyorum" gibi kendi bestelerinin dışında, 'Bebek, Derule, Kağızman' gibi türküleride kaydetti, Karanlıklar İçinde ve Keep Lookin parcaların da da yabancı bestecilerin şarkılarından yararlandı. Yine bu grupla yurt dışına açılma konusunda faaliyetler gösterdi ve Fransa da 1968 yılında ilk defa kaydettikleri "Trip" ve "Susanna" isimli parçayı single olarak çıkartmaya çalıştı.
Özellikle Trip adlı parçayı mükemmel bir şekilde yeniden kaydeden grup elemanlarının "biz yurt dışında yapamayacağız" demeleri üzerine Barış ve Kaygısızların yolları bir süre sonra ayrıldı. Kaygısızlar grup olarak dağıldı ama Barış Manço'nun plaklarında Onu yanlız bırakmamak için stüdyoda biraraya geldiler. Kaygısızların Avrupa'da kariyer yapmaya yanaşmayışları Barış'ı yeni baştan Avrupa'da yabancı bir grupla çalışmaya iter.
Londra Hyde park'ta tanıştığı İngiliz "Jonathan Glemser" (Yardbirds' İn ilk gitaristi), Amerikalı müzikolog "Jonathan", Tunuslu davulcu "Mounir" ve Kafkasyalı basgitarist "Onkan" dan oluşan Barış Manço Ve adını verdiği grup böylece kurulmuş oldu.
4 ayrı ülkenin kültüründen gelen müzisyenler, 4 ayrı müzik anlayışı ve icrası içinde bir çok yeni seyler ögrendi Barış. Bunun bir ürünü olarak bugün 7 den 77 ye herkesin ezbere bildiği Dağlar Dağlar isimli parçasını bu grup döneminde kaydetti. Bir çok yayın organında belirtildiği gibi bu parça Keban'dan gelirken bestelenmemiştir. Barış'ın Keban'a gitmesi daha sonraki yıllarda olacaktır. Barış bu parçayı kısa bir süre evli kaldığı Marie Cloud için ve annesine "senin oğlun alaturka söyleyemez" diyen Müzeyyen Senar gibi müzisyen dostlarına cevap olsun diye besteler. Kol Dügmeleri, Bebek, Kağızman gibi parçalarla ismini duyuran Barış Dağlar Dağlar'ın çıkış tarihinden dört ay sonra bu 45'liğin 700 bin satması üzerine müzik dünyasındaki o dönemin büyükleri olan, Cem Karaca, Erkin Koray ve Moğollar 'ın arasında yer alır. Altın Plak aldığı "Dağlar Dağlar" 45'liği Barış'ın hayatının dönüm noktası olmuştur.
Eğitimini tamamlayan Barış'ın amacı grubuyla birlikte Türkiye'ye dönüş yapmaktır. Fakat Türkiye'ye yalnız olarak döner.
Barış'ın Türkiye'ye döndüğü yıllarda , 1970'lerin başında , Türkiye'de aranjman modasına karşı tepkiler başlamıştır. Aranjman modasına olan bu tepki başka bir akımın doğmasına sebep olmuştur. Bu yeni oluşan müzik türü Anadolu pop'tur. bunun üzerine Barış; Fuat Güner ve Mazhar Alanson'la (bugünkü MFÖ'nün elemanları) birlikte Kaygısızlar kurar.
Barış Manço artık yavaş yavaş müzik piyasasında yükseliyordu. İşte tam bu dönemlerde beklenen bombayı patlatır. Barış Manço Ve.. grubu ile 70'lerin başında çıkarttığı "Dağlar Dağlar" 45'liği , çıkışından 4-5 ay sonra 700 bin satar.
Yabancı gruplarla yaşadığı sorunlar sebebiyle bir çok gruptan ayrılmak zorunda kalır. Fakat 1971 yılında bu sorunu çözer. Avrupa da da kariyer yapmaya meraklı olan, Anadolu Pop müziğinin öncüsü olarak kabul edilen Moğollar la beraber Fransa da çalışmaya başladı.
Bu grupla İşte Hendek İşte Deve, Katip Arzuhalim ve Binboğanın Kızı isimli parçaları kaydeden Barış, Moğollar'ın tek başlarına kaydettikleri "Danses et Rythmes de la Turquie D'hier A'Aujourd'hui" (Bu LP Türkiye'de piyasaya Anadolu Pop adı altında çıktı) isimli albümle başarılı olmaları ve hatta bir önceki yıl Jimi Hendrix in, bir sonraki yıl Pink Floyd un kazandığı "Academie Charles Cross Grand Prix Du Disque" isimli ödülü kazanmaları ve tamamen yurt dışında çalışmak istemeleri sonucunda, ayrılma kararı alırlar.
Moğollar'dan Engin Yörükoğlu ile beraber yurda dönen Barış, Celal Güven, Ohannes Kemer, Özkan Ugur ve Fuat Güner gibi müzisyenlerle beraber ölümüne dek kendisinden ayrılmayan Kurtalan Ekspres isimli grubunu kurdu. Bir kaç değişimden sonra ideal kadrosuna ulaşan Kurtalan Ekspres ve Barış Manço birlikte bir çok başarıya imza atar.
1972'de Kurtalan Ekspres le ilk 45 liği, Ölüm Allah'ın Emri / Gamzedeyim Deva Bulmam piyasaya sunulduktan sonra 20 aya yakın bir süre, askerlik sebebiyle müzik'ten ayrı kaldı. Bu süre zarfında daha önceden hazırlanmış olan Lambaya Püf De / Kalk Gidelim Küheylan 45 liği piyasaya sürüldü. Askerden döner dönmezde Gönül Dağı / Hey koca Topcu Genç Osman yayınlandı.
Vatani görevine 1972'de yedek subay olarak Edremit'te başlayan Barış, bir takım pürüzler nedeniyle 19 ay 26 gün askerlik yapmak mecburiyetinde kalıyordu. Askerden tezkere aldığının ikinci günü 2 Aralık 1973'te ilk video klibini Hey Koca Topcu-Genç Osman adlı şarkıya çeker. Bu şarkıyı Polatlı'da geçen topçu asteğmen günlerinin etkisiyle, bir anı olarak yapmıştır.
1975 yılında Barış Manço ilk Long Play ini hazırlar. Barış Manço bu albüm icin özel olarak stüdyoya girmedi. Ellerindeki birikmis parçaları 45 lik olarak çıkartmanın zor olacağını düşünerek albüm yapmaya karar verilir. Daha önce yayınlanan Dünden Bugüne isimli albüm Barış Manço' nun Sayan Plak döneminde çıkardığı 45' liklerden toplama olan bir albümdü. Böylelikle 1975 yılında Türkiye' nin sayılı senfonik rock albümlerinden "2023" piyasaya çıktı. Albümde yine Türkiye nin sayılı Rock Operalarından "Baykoca Destanı", Türkiye Cumhuriyetinin 100. yılını konu alan 2023 gibi parçalar yer aldı.
1976 yılında yine Avrupa'da kariyer yapma ümidiyle çalışmalarına başladı. Hemen hemen bütün bir yılı Belçika'da geçiren Barış, bir Amerikan firmasi olan CBS ile anlaşma imzalar. Büyük bir bölümü George Hayes Orchestra'sıyla kaydedilen Barish Mancho (Aynı yıl Türkiye de Nick The Chopper olarak piyasa çıkar) isimli albüm 1976 yılında, ilk önce Belçika ve Hollanda da, daha sonra Fransa, Fas, Fildişi Sahilleri gibi ülkelerde piyasaya cıktı.
Barış bu albümüyle, beklediği başarıyı elde edemez ama beklemediği başarılarda elde etti. Örneğin Fas, Romanya gibi ülkelerde albüm, içerdiği doğu karakterinden dolayı, liste başı oldu. Sonuçta İngiltere deki Rainbow konserine ve diğer promosyon konserleri sırasında Barış'ın hasta olması gibi sebeplerden dolayı, albüm yaklaşık olarak 17-18 ülkede dinlenmesine rağmen, Barış'ın Avrupa da kariyer yapma hayalini sona erdirdi.
Barış Manço, ilk evliliğini Belçika'da bulunduğu yıllarda yaptı. Bir giysi mağazasında tezgahtar olarak çalışan Marie-Claude adlı bir kızla tanıştı ve tam 6 yıl beraber yaşadılar. Arkasından 31 Ocak 1970 günü Liêge'de evlendiler ama 6 ay kadar sonra, 16 Temmuz 1970 günü ayrıldılar. Barış'ın okul hayatında ve geçimini sağlamasında Maria Claude'un rolü büyüktür.
Gerçek hayat arkadaşını, "benim her şeyim" dediği Lale Manço'yu, 1975 yılında tanır. İlginç bir tanışmaları vardır Lale ve Barış'ın. Çiftin tanışması bozuk bir telefon sayesinde olur. Ablasına misafirliğe gelen Lale, telefon bozulunca eniştesinin arkadaşı olan üst kat komşusuna telefon etmeye çıkar. Kapıyı açan Barış Manço'ya "Telefon edebilir miyim?" diye sorar Lale. Aldığı yanıt ise "Benimle evlenirsen edebilirsin" olur. "Neden olmasın" diyen Lale , içeriye girerek telefonunu eder ve parasını ödemeye kalkınca aldığı yanıt karşısında şaşkına döner. "Nasıl olsa evleneceğiz ne parası".
Ve 1978 yılında bir nikah töreniyle resmen yaşamlarını birleştirirler. Şakayı çok seven Barış düğünde Nikah Şekeri niyetine Lale'yle beraber doldurduğu bir plağı dağıtır. Plağın A yüzünde birbirlerini seven bir çiftin aşklarını dile getirdikten sonra kavga ettikleri bir konuşma vardır. İkinci yüzünde ise Barış kendi deyimiyle "kendi mutluluk öykülerini anlatacakları" bir parça hazırlamıştır. 19 Mayıs 1981'de Doğukan Hazar, 24 Temmuz 1984'te de Batıkan Zorbey dünyaya gelir.
Yaşamındaki ikinci evliligini 1978 de Lale Cağlar ile yapan Barış, 1979 yılında müzik dünyasına geri döndü. Cok sevdiği Kurtalan Eskpres'iyle Yeni bir Gün isimli albümünü çıkaran Barış, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gesi Bağları, Aynalı Kemer İnce Bele gibi parçaları ile büyük dikkat çekti. Bu albümle başlayan hiç dinmeyen başarı süreci, 1980 yılındakı Hal hal / Eğri Eğri Doğru Doğru Eğri Büğru Ama Yine De Doğru 45 liği ile, 1981 yılında Sözum Meclisten Dışarı albümüyle, 1983 yılında Estağfurullah...Ne Haddimize! albümüyle sürüp gitti.
Büyük birikiminden her yaş kuşağının yararlanmasını istediğinden, biraz da seyyah olup, dünyayı gezmek istediğinden dolayı, 1988 yılında TRT 1 televizyonuna bir teklifte bulundu.
"Çocuk ve aileye yönelik eğitici ve eğlendirici bir dünya belgeseli"dir düşündüğü. Yayına girdigi ilk gün milyonlarca izleyiciyi ekran başına toplayan "Barış Manço ile 7'den 77'ye", böylelikle onun bir başka yavrusu oldu, ölümünden birkaç zaman öncesine kadar. Program çekimleri için oluşturulan TV ekibi, Ekvator'dan Kutuplar'a kadar yerküre üzerinde 150 değişik ülkeye giderek 500 bin km.'den fazla yol katetti. Bir başka deyişle, Barış Manço dünyanın çevresini 12 kez dolaşmış oldu. Devlet başkanları, dünyaca ünlü şair, düşünür ve yazarlar, astronotlar, sporcular, süperstarlar da konuk oldular Barış'a. Bu program Türk Televizyonculuğunda ulaşılamamış pek çok rekoru da elde ederek ayrı bir başarıya ulaştı.
Yüreğindeki çocuk sevgisi, kendi çocuklarıyla sınırlı kalmayıp dünyanın tüm çocuklarını sarmaya, sorunlarını, dertlerini dinlemeye itti Barış Manço'yu... Ak saçlarının örttüğü bedenindeki yüreği çocukların gülümseyen yüzlerinde hayat buldu...
Toplumdaki bozulmaya kayıtsız kalmamak, kendince birseyler yapmak için politikaya da soyundu. 30 yıldır yapmak istediği ve uygulamak için fırsatını kolladığı projelerini DYP'den yapılan teklifle birlikte "Hayata geçiririm" umudu başladı. "Neden siyaset, üstelik bu Barış Manço'ysa, mutlaka başkalarının yapamayacağı bir şeyleri yapabileceğine inandığı için olmuştur" düşüncesi ona şu yorumu yaptırmıştı. "DYP'den Kadıköy başkan adayı oldum. Belediyelerin sorunları belli zaten. Farklı bir renk vardır, farklı bir yaklaşım vardır. Çocuğun sağlığı diye bir olay var. Zaman zaman ana çocuk sağlığı gündeme gelir. Hastane olabilir, gençlik merkezleri olabilir. Bunlar benim hep düşündüğüm şeyler" diyerek müziği asla bırakmayacağını ve çalışmalarını durdurmayacağını ısrarla vurguluyordu o günlerde. Hatta siyasete soyunmasıyla ilgili olarak aldığı eleştirilere "Ben bir şarkıcı olarak gelmedim bu dünyaya, düşüncelerimi aktarmak üzere geldim. Gün geldi şarkı söylemekle oldu, gün geldi bir televizyon programında bir çocuğun saçlarını okşamakla oldu. Gün geldi, Güney Kutbu'nda penguenlerle konuşmakla oldu, gün geldi Ekvator'da suyun nasıl döndüğünü aramakla oldu. Şimdi insan en iyi kendini bilir herkesten önce. Ben de bildiğim kadarıyla kendimi anlatmaya çalıştım. Kendimin doğru olduğuna inandığım şeyleri aktarmaya çalışacağım insanlara" sözleriyle mesajını iletiyordu. Fakat kalbi ona siyaset yapması için izin vermiyordu. Aynı dönemlerde geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle doktorların tavsiyesini dinleyerek siyaset hayatına başlayamadan son verdiğini açıkladı.
Türkiye'nin kültür sanat ortamını kötü bulduğunu söyleyen Barış Manço, "Manzara tek kelime ile kötü ama beni bu denli karamsarlığa iten nokta herşeyin daha da kötü olacağını düşünüyor olmamdır. Çanak çömleklerle tüketilen gazetelerin olduğu, bin-iki bin kitabın ancak okunduğu bir memlekette güzel şeylerden bahsetmek oldukça zor" diyor ve ilave ediyordu: "Ben bunu kültüre karşı bir direniş olarak görüyorum.
Direkt olarak da halkı suçlu buluyorum. Benim açımdan bir problem yok aslında. Programlarım seyrediliyor ve bu camiada kırk yılı doldurmuş bir sanatçıyım. Hiçbir şeye ihtiyacım yok." Türkiye'de bazı gerçeklerin bilinmesi gerektiğini ancak bu gerçekleri ortaya koyacak zekaların cesaret edip konuşamadığını söyleyen Barış Manço, her şeyin popüler zihniyetle ve basit bir mantıkla işlendiğini, derinlikli olmayan fikirlerin daha çok rağbet gördüğünü belirterek, "Türkiye'nin önü açık. Kültürümüz bütün çağdaş değerlerin üstünde. Bu değeri işlemek gerekiyor. Benim seyahatlerim, çocuk programlarım, röportajlarım bu güzellikleri ortaya koymak ve evrensel düzeyde tanınmasını sağlamak üzerine kuruludur. Ben kendi adıma önemli şeyler yaptığıma inaniyorum ve herkesin aynı oranda çalışması gerektigini savunuyorum" diyerek sözlerini bitiriyordu.
1991 yılında Devlet sanatçısı olan Barış, 1990 yılında, ölümüne dek sürecek Japonya macerasına başlayacaktı. İçindeki büyük sevgiyi Japon halkıylada paylaşmasını bilen Barış, oradada süperstar sıfatını elde ediyordu.
1990 yılında, Ertuğrul Gemisinin Japonya'yı ziyareti ve Japonya açıklarında batmasının 100. yılı sebebiyle Tokyo Emperial Hotel, Japonya veliaht presinin de izlediği bir konser verir ve Japon halkı tarafından, sebzelerden şarkı yapan adam lakabını alır (Domates, Biber, Patlıcan, Nane Limon Kabuğu). Bunu 1991 deki bir konser, 1995 yılında Japonya' nın 16 şehrini kapsayan bir turne ve 2 tane albüm takip eder.
1982 yılında onu ilk defa yoklayan kalbi, 1999 yılında aramızdan ayrılmasına sebep oldu. 31 ocak 1999 akşamı saat 23.30 da hastaneye getirildiğinde 1 saat öncesinde yaşama gözlerini yummuştur.
200'ün üzerinde şarkısı, bunların kazandırdığı bir o kadar ödül O'nun nasıl bir müzisyen olduğunu anlatmaya yetiyordu. Öyle ki bazı şarkıları Rumca, İbranice, Bulgarca, Arapça, Farsça, Japonca, Flemenkçe, Fransızca ve İngilizce dillerinde söylendi.
Türkiye'nin müzik tarihinin kilometre taşlarından biri olan Barış Manço, el attığı her işte başarılı olmayı bildi. Televizyonuculukta bunlardan birisiydi. 1988 yılının Ekim ayında TRT'de başlayan "7'den 77'ye" programı O'nun başyapıtlarındandı. Barış ve Ekibi bu program için 10 yıl içinde Ekvatordan kutuplara , 5 kıtada 100'den fazla yöreye, ülkeye giderek kırılması güç bir rekora daha imza atmış oldu. Bir nesil O'nun çocuklar için yaptığı "Adam Olacak Çocuk" programını seyrederek büyüdü.
Son olarak büyük bir projeye daha imza atacaktı. Çok kapsamlı bir tarih belgeseli hazırlayacaktı. Fakat buna ömrü yetmedi. 1 Şubat 1999 günü aramızdan ayrıldı.
Türk Müziğine damgasını vurmuş Barış Manço artık aramızda değil. Kısa ama dolu dolu bir hayattan sonra bize birçok şey öğretti. Belki müzik adına yapacağı pek bişey kalmamıştı (özellikle geçen 10-12 yılı göz önüne alırsak) ama başka alanlarda birçok büyük projeye imza atabilirdi.
Adam olacak çocukların artık kendi ayakları üzerinde durabiliyorlar. "Arkadaşım Eşşek" şarkısıyla büyüyen bir nesil şimdilerde "Ölüm Allahın Emri Ayrılık olmasaydı" şarkını söylüyor.
Yüksek öğrenimini Belçika'da "Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi"nde tamamlayan, evli, iki çocuk babası ve çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca konuşan Barış Manço, 40. yılına ulaşan sanat yaşamında kendisine layık görülen 300'ün üzerindeki ödülün dışında, aşağıdaki ünvanlara'da sahiptir:

Türkiye Cumhuriyeti: Devlet Sanatçısı Ankara (1991)
Hacettepe Üniversitesi: Onursal Doktora Ankara (1991)
Soka Üniversitesi: Uluslararası Kültür ve Barış Ödülü Tokyo, Japonya (1991)
Belçika Krallığı: Leopold II Şövalyesi nişanı Brüksel, Belçika (1992)
Fransa Devleti: Edebiyat ve Sanat Şövalyesi nişanı Paris, Fransa (1992)
Pamukkale Üniversitesi: Onursal Doktora Denizli (1995)
Min-On Sanat Vakfı: Yüksek Şeref Madalyası Tokyo, Japonya (1995)
Liege Prensliği: Onursal Hemşehrilik Beratı Liege, Belçika (1997)

31 Ocak 2011 Pazartesi

Hayat Tarzıma Karışıyorlar karıştırtmam

Dün akşam beşiktaşta Ege mutfağına getirdiği yorumla damağımda taht kuran bi mekanda yemek yiyorduk. Cephesi boydan boya cam kaplı, içindeki on masanın tamamı sokağın karşı yakasından bile net görünen, kapalı bir mekan. İçeriye üç adam girdi. Kara paltolar, kara bıyıklar, kara bakışlarla masaların arasında dolaşıp turlarını bitirdiler ve çıkışa yöneldiler. “Ne iş?” dediğimizde de o özenli iç mimari tasarımının içine eden eşşek kadar afişi gösterdi: Sigara İçmek Yasaktır.     Dayılar sigara kontrolü yapıyormuş. O küçücük mekanda bir sigara bile içen olsa dışarıdan bile görünür, kokusu anında hissedilirdi; ama dayılar gözle ve herkesle gözgöze gelerek kontrol etti. Bakışlarındaki küçümseme ve aşağılama tavrı doğalarından mı, makamlarından mı, yoksa masalardaki içkilerden mi kaynaklanıyor bilemedim. Elimde olmadan ben de pis pis baktım, başkaları da Şimdi çıkıp “Bu rutin kontrol, biz sizin sağlığınız için çalışıyoruz” deseler haklı görünürler. Oysa benim hayat tarzım rutin olarak kontrol edilmemek. İlle de kontrol etmek isteyen, bana hissettirmeden etmenin yolunu bulsun. Bulamıyorsa gelsin öğreteyim. Başbakan da hayat tarzına karışıyor. Üstelik aksini iddia ederken, aynı cümle içind Bir başbakan “Iksırıncaya tıksırıncaya kadar içiyorlar, kimsenin hayat tarzına karışıyor muyuz? dediği an, birilerinin hayat tarzına zaten karıştı. İnsanlar içki içince aksırıp tıksırmadığına göre burada bir mecaz var. Bu mecaz olumsuz anlamda. İçki içmenin dozuyla ilgili. “Dozunu kaçırana kadar içiyorlar yine de birşey demiyoruz” ifadesi bir nevi kıyak yapıyoruz demek. Bazen karışmıyorum demek de bir “karışmadır” sayın abicim. Karışmamayı vaad ediyorsan, harbiden karışmayacaksın. Ya da açık açık “Ben karışırım” diyeceksin, fair play ortamında kapışacaksın.Gençliği koruma komisyonu da hayat tarzına karışıyor. Herhangi bir konuda 24 yaş sınırı getiremezsin. Bu 18-24 yaş arasındaki eşit anayasal vatandaşlık haklarına sahip olanların değil hayat tarzı, hukuki varlıklarına müdahale. “ABD’de bazı eyaletlerde böyle” diye gerekçe öne süremezsin. Çünkü o eyaletlerde rüşd ve seçme hakları da o yaştadır. 18 yaşındakine anayasayla verdiğin hakların birazını yönetmelikle 24 yaşına kadar geri alamazsın. 18 buçuk yaşındaki ayyaş, anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullanır, yürütmeni durdurur; bir ayyaşla başedemezsin. Sadece iktidar değil, başkaları da karışıyor. Akademik unvan sahibi hocalar üniversitede hangi meslekdaşlarının hangi gazeteyi okuduğuna karışıyor Hastanedeki hekimbaşı hangi hemşirenin kimle flört ettiğine karışıyor. Elinden gelse patron işçinin, işçi patronun hayat tarzını değiştirmeye kalkacak. Gazeteci kendini first lady’nin giyimine laf atmaya hak sahibi görüyor, öğretmen öğrencinin saçının uzunluğuna takıyor Komşu komşuya karışıyor. İyice bir bakarsak herkes herkesin hayat tarzına karışıyor. Hep karıştı, daha karışacak gibi görünüyor; çünkü karışmama örneği sergileyerek alınacak bir model hiç olmadı; “Karıştırmam!” diyen çıkmadı; “Karıştırtmam” diyen otoriteye de rastlanmadı.Dün akşam Karaköy’de Ege mutfağına getirdiği yorumla damağımda taht kuran Maya’da yemek yiyorduk. Cephesi boydan boya cam kaplı, içindeki on masanın tamamı sokağın karşı yakasından bile net görünen, kapalı bir mekan. İçeriye üç adam girdi. Kara paltolar, kara bıyıklar, kara bakışlarla masaların arasında dolaşıp turlarını bitirdiler ve çıkışa yöneldiler. “Ne iş?” dediğimizde de o özenli iç mimari tasarımının içine eden eşşek kadar afişi gösterdi: Sigara İçmek Yasaktır.Dayılar sigara kontrolü yapıyormuş. O küçücük mekanda bir sigara bile içen olsa dışarıdan bile görünür, kokusu anında hissedilirdi; ama dayılar gözle ve herkesle gözgöze gelerek kontrol etti. Bakışlarındaki küçümseme ve aşağılama tavrı doğalarından mı, makamlarından mı, yoksa masalardaki içkilerden mi kaynaklanıyor bilemedim. Elimde olmadan ben de pis pis baktım, başkaları da…     Şimdi çıkıp “Bu rutin kontrol, biz sizin sağlığınız için çalışıyoruz” deseler haklı görünürler. Oysa benim hayat tarzım rutin olarak kontrol edilmemek. İlle de kontrol etmek isteyen, bana hissettirmeden etmenin yolunu bulsun. Bulamıyorsa gelsin öğreteyim.     Başbakan da hayat tarzına karışıyor. Üstelik aksini iddia ederken, aynı cümle içinde… Bir başbakan “Iksırıncaya tıksırıncaya kadar içiyorlar, kimsenin hayat tarzına karışıyor muyuz?” dediği an, birilerinin hayat tarzına zaten karıştı. İnsanlar içki içince aksırıp tıksırmadığına göre burada bir mecaz var. Bu mecaz olumsuz anlamda. İçki içmenin dozuyla ilgili. “Dozunu kaçırana kadar içiyorlar yine de birşey demiyoruz” ifadesi bir nevi kıyak yapıyoruz demek. Bazen karışmıyorum demek de bir “karışmadır” sayın abicim. Karışmamayı vaad ediyorsan, harbiden karışmayacaksın. Ya da açık açık “Ben karışırım” diyeceksin, fair play ortamında kapışacaksın.     Gençliği koruma komisyonu da hayat tarzına karışıyor. Herhangi bir konuda 24 yaş sınırı getiremezsin. Bu 18-24 yaş arasındaki eşit anayasal vatandaşlık haklarına sahip olanların değil hayat tarzı, hukuki varlıklarına müdahale. “ABD’de bazı eyaletlerde böyle” diye gerekçe öne süremezsin. Çünkü o eyaletlerde rüşd ve seçme hakları da o yaştadır. 18 yaşındakine anayasayla verdiğin hakların birazını yönetmelikle 24 yaşına kadar geri alamazsın. 18 buçuk yaşındaki ayyaş, anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullanır, yürütmeni durdurur; bir ayyaşla başedemezsin.Sadece iktidar değil, başkaları da karışıyor. Akademik unvan sahibi hocalar üniversitede hangi meslekdaşlarının hangi gazeteyi okuduğuna karışıyor… Hastanedeki hekimbaşı hangi hemşirenin kimle flört ettiğine karışıyor. Elinden gelse patron işçinin, işçi patronun hayat tarzını değiştirmeye kalkacak. Gazeteci kendini first lady’nin giyimine laf atmaya hak sahibi görüyor, öğretmen öğrencinin saçının uzunluğuna takıyor…Komşu komşuya karışıyor. İyice bir bakarsak herkes herkesin hayat tarzına karışıyor. Hep karıştı, daha karışacak gibi görünüyor; çünkü karışmama örneği sergileyerek alınacak bir model hiç olmadı; “Karıştırmam!” diyen çıkmadı; “Karıştırtmam” diyen otoriteye de rastlanmadı.

3 Ocak 2011 Pazartesi

HORBO'NUN BABASI ÇOLAK MEMO (bu dinciler o müslümanlara benzemiyor )

birinci dünya savaşında suriye cephesinde kolundan vuruldu namı oradan geliyordu.
savaştan sonra dağa cıktı eşkiya oldu.zaman zaman malatya'ya iniyordu erzak almak icin.
dört tığ gibi gittiği şehir yolunda hilal kaşlı kara gözlü buğday tenli bir kıza vuruldu;emine
soruşturdu; kız mıydı,gelin mi? emirler köyünün ağası vahap ağa'nın kücük kızıydı ,henüz 15 yaşındaydı.
köye heyet gönderdi; allah'ın emri....''
vahap ağa sözlerini kesti; benim eşkıyaya verecek kızım yok.''
haberi alan çolak memo,otuz atlıyla emirler köyüne basıp emine'yi kaçırdı.
kücük emine,çolak memo'nun ilk karısı değildi.
çolak memo,on üç kadınla evlendi.dördünçüsünü boşar,bir daha alırdı.
cumhuriyet'ten sonra eşkıyalığa ve mecburiyetten çokeşliliğe son verdi çolak memo.
emine ,kocası çolak meme'dan hep kortu.
bir gün evde kumalar meryem,bedriye ve emine otururken,polisler bir hırsızlık soruşturması icin eve geldi.
çolak memo sorulara cevap verirken,diğer odada üç karısının konuşup gülmelerine sinirlendi.
gidip,emine'yi balkondan attı.
colak memo bu olay nedeniyle üc yıl hapis yattı.
1933'te cezaevinden çıkınca emine'nin gönlünü aldı ve onu hamile bıraktı.
emine,çolak memo'dan dört çocuk sahibi oldu.
kocası ölünce malatya mensucat fabrikası'nda calışmaya başladı.
büyük oğluna cok güveniyordu;cok calışkandı,sınıfları hep dereceyle bitiriyordu.
onu kücüklügünden beri''horbo...horbo '' diye seviyordu.
horbo dayısının kızıyla naşanlıydı.
birgün fabrikaya polisler geld,emineyi alıp karakola götürdüler.
oğlunun ünlü gazeteci ahmet emin yalman'a suikast yaptıgını öğrendi.
horbo cezaevine girerken oda ameliyat masasına yattın;beyninde ur vardı.
yıllarca oğlunun cezaevinden cıkmasını bekledi.her gece agladı.oğlu cezaevinden cıktıktan bir süre sonra hayata gözlerini yumdu.
COLAK MEMO İLE EMİNE'NİN OĞLU '' HORBO'' KİMDİR BİLİR MİSİNİZ; HÜSEYİN ÜZMEZ!
bursada 14 yaşındaki b.ç:ye cinsel istismarda bulundugu iddiasıyla tutuklu bulunan vakitgazatesi yazarı hüseyin üzmez.
şimdi ortaya ben kendi şahsımdan bi anattot koymak istiyorum buruya kadar kitaptan alıntıydı.hüseyin üzmez bu insanlık ayıbını ne yazıkki başta köşe yazarları oldugu vakit gazetesi olmak üzere dinci medya ya hic gormedi ya da işi sulandırmaya calıştı. benzer tavır aczmendi şeyhi müslüm gündüzün fadime şahinle  basılmasındada gostermişlerdir bence nerde burda müslümanlık ehli sünnet hak hukuk dini alet ederk siyaset yapmayın ben bu gurupları sevmiyorum diyrum başıma kalkıyorlar herkez dinini yaşıcaksan adam akıllı yaşa alalh sana kuranıkerim indirmiş oku oren diye icinde eksiksiz herşey var ona buna sormaya gerek yok yok otarikat yok bu tarikat yapmayın ya bukadar cahil olamayız biz goruyoruz işte iclerinde ne pislikler cıkıyor tarikatlara karşıyım onun eteyını opüyolar diz cokuyorlar ne ya bu kimlerki bu tarikat başları diz cokuyorlar bu ne bicim bi cahilliktir anlamıyorumki ben zaten kime anlatıyorumki !!! arasıda muamma

1 Ocak 2011 Cumartesi

Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatından kesitler sunma iddiasıyla çekilen Show TV'nin yeni dizisi Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı Devleti'ni kendi zihinlerinde oluşturdukları 'harem'den ibaret sananların çarpık tarih anlayışını bir kez daha gözler önüne serdi.

Kanuni'nin içki içtiği, harem hayatını cinsellikten ibaret gösteren dizi çarpık bilgilerle dolu.

Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatından kesitler sunma iddiasıyla çekilen Show TV'nin yeni dizisi Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı Devleti'ni kendi zihinlerinde oluşturdukları 'harem'den ibaret sananların çarpık tarih anlayışını bir kez daha gözler ön...üne serdi. 5 Ocak'ta yayına girecek dizinin tanıtımları bile Osmanlı'nın yanlış aksettirildiği tartışmaların alevlendirdi. Tanıtımlar, senarist Meral Okay'ın ömrü savaş meydanlarında geçen Kanuni Sultan Süleyman'ın adaletini ve Avrupa'yı dize getiren kahramanlıklarını bir kenara bırakıp diğer kötü örneklerde olduğu gibi 'harem' safsatasına sığındığını ortaya koydu.

İVEDİK KAFALI ADAMLARIN İŞİ

Cihan padişahı Kanuni'nin zaferlerini görmezden gelen Muhteşem Yüzyıl fragmanlarında, Kanuni ile ilgili gerçekdışı bilgiler de ön plana çıkarılıyor. Fragmanlarda, Hürrem Sultan, işkenceler altında Kanuni'ye zorla eş yaptırılıyor. Kanuni'yi kadın düşkünü olarak gösteren dizi, padişah için toplanan kızların hamamda toplanması ve padişah için birbirleriyle "havlet yarışında" olduğu da yansıtılıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sinema Direktörü Yusuf Kaplan, dizinin daha önce kendilerine destek almak amacıyla başvurduğunu ancak "rezalet" nedeniyle bu talebi kabul etmediklerini dile getirdi. Kaplan, "Bu senaryoyu yazanlar sömürge kafalı, Recep İvedik zihniyetli adamlardan başkası değil" dedi. Tarihçi Yazar Ali Satan ise "Bu batının algısıdır. Oryantalist yaklaşım" diye tepkisini koydu.

GAY SAHNESİ BİLE VAR

Kanuni kitabının yazarı Tarihçi Okay Tiryakioğlu, "Son zamanlarda Türk dizlerinin yurt dışında satılıyor olması bunda etkili oldu. Kar amacı güdüyor. Çok şaşırmadım. İzleyici gerekli cezayı verecektir. Gay sahnesi bile var dizide böyle saçmalık olmaz. Kanuni asla içki içmiyordu. Bu koca yalan. Ömrünü Allah için adamış bir kişidir Kanuni... Diziye izleyicinin ilgi göstermeyeceğine inanıyorum" dedi. Tarihçi Mustafa Armağan da Kanuni'nin içki içtiği sahneyle ilgili şu yorumu yaptı: "Kanuni'nin içki içtiğini ilk Halil İnancık yazmıştı. Ama o nereden buldu bilgiyi bilmiyorum. Kanuni içki yasaklayan bir padişahtır. Yazdığı mektuplardan da anlıyoruz ki inançlı bir mü'mindir."

Gerçekler çarpıtılmış

Yapımcılığını Timur Savcı'nın üstlendiği dizide, 10. padişah Kanuni Sultan Süleyman'ın sözde hayatı anlatılıyor. Show TV ekranlarında seyirciyle buluşacak olan dizide, Kanuni'yi Halit Ergenç canlandırırken, Valide Sultan'ı ise dominant anne karakteriyle Haziran Gecesi, Aşk-ı Memnu gibi dizilerde oynayan Nebahat Çehre oynuyor. 5 Ocak'ta yayınlanacak dizi için hazırlanan dört ayrı fragman da internette yayınlanmaya başlandı. Eleştirmenler reytingi adına popüler oyuncuların dizi için toplatıldığını ve aynı kaygıyla, tarihi gerçeklerin çarpıtılarak senaryonun çok tartışılacak hale getirildiğine vurgu yapıyo